KURTARAN NASİHAT

KURTARAN NASİHAT

Önder âlimler halkın içerisine girerek onların dini ve ahlaki sıkıntılarıyla ilgilenmişler, ilim meclislerine katılmaları için öğütlerde bulunmuşlar, ibadetlerini zamanında yapmalarını ve nefsin kötü isteklerine karşı koymayı ihmal etmemelerini tavsiye etmişlerdir. Halk da böyle samimi ve ihlâs sahibi, ilmiyle amil takvalı âlimleri daima takdir etmiştir. Peşlerinden gitmiş, başına gelen herhangi bir olayda Allah ve Rasulünün hoşnut olduğu hükmün ne olduğunu bilmek için onlara danışmış, aldığı cevaplarla mutmain olup amel etmiştir. Zira din, insanlığın tek kurtuluş reçetesidir. İnsanlar dinden ve maneviyattan uzaklaştıkça sıkıntıları artmıştır. Onun için din ve dini değerler günümüzde hiç olmadığı kadar insanlığın ihtiyaç duyduğu ve aradığı bir limandır. Dinden kaçış, insanlığın huzurunu da kaçırmıştır.

İnsanlığın aradığı saadet sadece dindedir. Aradığına kavuşturabilmek için ise insanların doğru bilgi ile buluşturulmaları gerekir. Zamanımızdaki insanlara, doğru bilginin doğru sunulması bir zarurettir. Demek ki din adına piyasaya sürülen yanlış bilginin, fitne ve fesadın, bilgi kirliliğinin tarihte hiç olmadığı kadar revaç bulduğu günümüzde ilmi ile amil âlimlerin ilmine olan ihtiyaç daha bir önem kazanmıştır. Sadece anlatmayan, anlattıklarını dürüstçe anlatan ve yaşayan âlimlere ihtiyaç vardır. Öyleyse işi kitabına uyduran, yalan yanlış bilgi aktaran, sahih bilgi yerine hurafelerle halkı oyalayan, hakikati magazinleştiren, işinin ehli olmayan ve insanları dinden eden yarım hoca(!)lardan, dinimizi korumak adına uzak durmak da aslında bizlerin görevidir. Zira dinimizi sorup öğrenmek Rabbimizin emridir. Soru, ilim elde etme metodudur. Onun için ilmiyle amil güvenilir bir zata anlamsız ve gereksiz sorular değil, imanımıza, ibadetlerimize, ahlakımıza ve ahiretimize faydalı sorular sormalı ve öğrendiklerimizle de amel etmeliyiz.

Aslında iletişim çift taraflıdır.  Bazen âlim de karşı tarafa soru sorarak dikkatini toplamasını, düşünme faaliyetine katılmasını, daha iyi öğrenmesini ve öğrendiklerini pekiştirmesini temin eder. Hz. Peygamber de bu yöntemi kullanmıştır. Kendisine sorulan sorulara, soranların anlayış ve seviyesine uygun, soranı ilgilendiren tarafıyla çözümü sunmak amacıyla “amellerin en faziletlisi hangisidir” sorusuna muhatabı, zamanı ve mekânı dikkate alarak farklı cevaplar vermişken, zaman zaman kendisi de muhatabına sorular yöneltmiştir. İşte ilmi ile amil, cömert, nebevi metodun takipçisi örnek ve önder âlimlerden birisi de tüm servetini bırakıp halkın derdini dert edinen İbrahim bin Ethem’dir.

Bir genç İbrahim bin Ethem’e gelerek: “Ya Eba İshak! Nefsim hususunda aşırı giderim. Kalbimi günah lekelerinden kurtaracak ve nefsimi engelleyecek bir şeyler söyle.” der. İbrahim bin Ethem, kendisinden nasihat isteyen bu adamı kurtaracak ilacı şöyle söyledi: “Beş hasleti kabul edip onları yerine getirebilirsen, nefsinin sana bir zararı olmaz ve seni lezzetinin peşinde haram şeylere sürüklemez:

(1). Allah'a isyan etmek istediğin zaman O'nun verdiği rızkı yeme!” Genç adam: “Ya İbrahim! Bu mümkün değil! Çünkü Allah’tan başka rızık veren yoktur.” dedi. Bunun üzerine İbrahim Ethem şöyle dedi: “Be adam! Hem Allah’ın verdiği rızkı yiyeceksin, hem de O'na isyan edecek günah işleyeceksin. Böyle şey olur mu? Madem hem O'nun verdiği rızkı yiyorsun, hem de günah işliyorsun, bari şu ikinci söyleyeceğimi yap.

(2). O'na isyan etmek istediğin zaman O'nun beldelerinde oturma!” Adamcağız şaşkın: “Ya İbrahim! Bu söylediğin de mümkün değil. Her yer Allah’ın mülküdür. O’nun mülkü olmayan bir yer de yoktur.” dedi. İbrahim bin Ethem: “Be adam! Hem O'nun verdiği rızkı yiyeceksin hem O'nun mülkünde oturacaksın hem de O'na isyan edip günah işleyeceksin. Bu olur mu? O'nun verdiği rızkı yiyerek, O'nun mülkünde günah işlemeye devam edeceksen bari şunu yap.

3. O'nun görmeyeceği bir yerde O'na isyan et!” Adam boyun büküp: “Ya İbrahim! Anladım, bu da mümkün olmaz. O her şeyi gören ve bilendir.” dedi. Bunun üzerine İbrahim Ethem şöyle dedi: “O'nun verdiği rızkı yiyecek, O'nun mülkünde oturacak, O göre göre de günah işleyeceksin. Peki, bu olur mu? Hâlâ günah işlemeye devam edeceksen, bari şunu yap.

4. Azrail ruhunu almak üzere geldiğinde ondan tövbe için müsaade al!” Gencin benzi sararmış bir halde: “Ya İbrahim! Azrail’den mühlet almak mümkün değil.” deyince İbrahim Ethem şöyle dedi: “O'nun rızkını yedin, O'nun beldesinde yerinde oturdun, yaşadın, O göre göre günah işledin, ölüm meleğinden de tövbe için müsaade alamadın. Hiç olmazsa şu son söyleyeceğimi yap.

5. Kıyamet günü zebaniler cehenneme götürecekleri zaman onlarla gitme!” Adam ağlıyordu: “Ya İbrahim yeter! Allah’tan af diliyor ve tövbe ediyorum...”

Bu sözler karşısında gencin verdiği cevaplardan başka bir söz var mıdır? Allah’ın rızkını yiyerek, mülkünde oturup hayat sürerek, Allah gözetleyip dururken, ölüm meleğine söz ve güç tesir etmezken, zebanilere karşı konulamazken hâlâ günah işlemeye devam mı edilmelidir? Yoksa ibret alıp tövbe ve istiğfar mı edilmelidir?